Kayıtlar

Mavera Atlasında İnsan

Resim
  Ayâr-ı zâtı merdüm-zâdenin aslâ nihân olmaz Zer-i meskûk muhtâc-ı mihenk-i imtihân olmaz      Yokluğunu bırakarak varlık ufkunda doğmuş, güzergâhına melekût aleminden başlamış ceberût ufkuna gözlerini dikmiş ve mefkuresini lâhuti alemlere çevirmiş ateşten kanatları ile insan bir üveyk gibi tüm letafet ve kesafeti beraberine alarak seyyah edasına bürünmüş ve o son seyahatine başlamıştır. Tüm müstesna hasletleri yanında, olabildiğince yükünü de boynuna asmış halde vicdan damarlarında her mevcudiyetini “Hu” nidaları ile sarmaya gayret etmiş ve dünyasına adım atmıştır. Melekût aleminin yankılarını aynasında taşıyarak göğsünde karşıladığı idealleri ile ceberût dağlarını tırmanmaya başlamış akabinde kendisini basiret ve feraset menbağı lâhuti alemlere müteveccih bulmuştur. Nefha-i ilahinin rûhefzâ tüm rayihasının hayat damarlarında dolanmasına tanıklık etmiş bir vaziyette bütün mükemmel isim ve sıfatları ile O’nu (c.c), eline aldığı adese/mercek ile aramaya koyulmuş ...

Sev-i Muhabbet

Resim
  “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler”      İhya adlı eserinde İmam Gazali Muhabbet bahsini anlattığı bölümün de sevgi hakkında şunları söyler: “Sevgi ancak bilip algıladıktan sonra düşünülür. Çünkü insan ancak bildiği bir şeyi sevebilir.” Evet insan bildiği kadar sevebilir, sevdiği kadar bilebilir. Bilmek sevmeyi dolayısıyla muhabbeti iktiza etmektedir. Sevmek ise bilmeye olan iştiyaka binaen zemin bulabilir. Birbiri ile gayet makul bir uzay edinmiş bu iki mefhum Huccetü’l-İslam İmam Gazali içinde aynı manaları muhtevidir. Lakin muhabbet yalnızca sevgi kavramı ile açıklanmamış daha nice hayretengiz kelimeleri kendi bünyesinde taşımıştır. Meveddet, aşk, uhuvvet, ülfet… vb. birçok sözcük daha art arda dizelenmiştir.      İşte bu kelimelerle açıklamaya çalışıyoruz bir ömür aradığımız sevgiliye aşkımızı. Şah damarımızdan daha yakın olan. Ötelere karşı her mahfilde huzur ufkunu özlemle andığımız. Ruhefza sesini duymak için O’nun sözlerini ok...

Hümeze'den İdrake!

Resim
  “Gice gündüz işleri isyan kamu / Korkaram ki yirleri ola tamu”      Günler; tarih sayfalarında yazılmadan öncesini yaşıyordu. Hayat henüz onu yaşayanlarca kayıt altına alınmıyor yalnızca anılarda belki birkaç yıl kalıyordu. Aylar yıllar öyle süratle akıyordu ki bizim bildiğimiz zaman mefhumu onlar için sadece yaşanılan ve harekete muhatap olan bir koordinattı. İster devirler evveli ister asırlar sonrası olsun hiç fark etmeksizin güneş ve dünya hatta bir bütün olarak alem hiç durmuyor sürekli seyrüsefer halinde ilerliyordu. Değişmeyen tek şey kevn ve fesada (oluş ve bozuluş) konu olan insanoğlunun ayette zikredilen bilgisiz ve karanlıkta kalmışlığı idi. İşte böyle bir çağın doruk noktası yaşanıyordu. Ne yaşanılan yerin bir ismi ne de yaşayan beşerin bir kimliği vardı. Yalnızca önemli olan tek bir şey: o da yaşam. Çünkü bu dünya kendisinden sonrası için bahsedilen öteki bir alemin tarlası hükmünde ittihaz ediliyordu. Bundan dolayı her fert bu dünyayı mamur etme tel...

"Devran" | İnsanlık Tümcesi

Resim
  (Söylenen söz vücut bulur.) Ya hayır söyle ya da Sus!      Tarih; zaman ve fikir. İnsan; ikisi arasında dolanan canlı. Kelimenin tam anlamıyla dolanmış ve artık içinden çıkamaz bir hale bürünmüş. Bürünmüş çünkü artık kendi benliği içeride kalmış oysaki dışarıya görünen yalnızca dolandığı ağlar. Ağlar bahusus her deveranda onun inci tanesi gibi en güzel kıvamını sarmış. Belki menfi yönde belki müspet. Lakin bilinen şu ki insan her zaman ve zeminde olduğu gibi gene arada kalakalmış. Tekerrür diyerek azımsamak istemesem de insan, kendi isminde taşıdığı manası ile olsa gerek unutkanlıkla başını gene belaya sokmuş. İlk günlerinde prologdan sonra yaşadığı o ilk günahın henüz acısı yanarken işlenen davranış ne çabuk nisyana yenik düştü ki isyan bayrağı çekilmiş olsun. İşte insan deyip geçiyoruz belki ama hikayesi öylesine karışık ve müphem ki onu ancak alemleri matvi diyerek tahdit edebiliyoruz. Evet o beşer, hakikatin sözü olarak gerçekten de tüm alemleri kendi içeris...

İnsanın Hikayesini Anlatmak!

Resim
  "Hikâyeleri anlatanlar toplumu yönetir."   Platon      Kendi hikayesini anlatırken mağara temsilini kullanır Platon. Kademe kademe işlediği o dar dünya sadece basit antik bir anlatıdan ziyade insan için aktarıla gelen görüntünün en metaforik tariflerinden birisidir. Bundan mütevellit olmalı ki üstte zikredilen ifadeyi serdetmiş olsun. Çünkü anlatmak zihinlerin oyunu; zihinler ise beden için kaptan hükmündedir. Evet bu ibarelerden anlıyoruz ki her anlatı/hikâye/kurgu her yaşam için bir yön ya da rol tayinindir. Bu nedenle de hikâye de olay örgüsü kimin ilmekleri ile dolanmışsa onun resmini ancak verebilir. Lakin hikayeler hiçbir zaman tek kurgudan oluşmaz ya da anlatılar her zaman istendiği gibi ilerlememiştir.      Ve nitekim her hikâye de mutlu sonla bitmiyordu. Bazıları o güzel aşkları sürdüremiyor bazıları yaptığı işin sonunu göremiyordu. Hayatta bulunan için yaşam, kendisini çözmeye çalışmanın ne kadar trajikomik olduğunu her seferinde...

İlgisiyle Toplumu İnşa Eden Birey

Resim
  "Mümin mümine karşı, parçaları birbirini bağlayıp tahkim eden bina gibidir.” (Buhari, Salat 88, Müslim, Birr 65)      İnsan yaşadığı şu dünyada kendisini bulunduğu toplum, kültür ve medeniyet içerisinde tanımlandırabilir ancak. O uygarlığa nispeti dahilinde nesebi ve dolayısıyla mensubiyeti olacaktır. O yere binaen alacağı isimler onun için hem yön hemde yöntem olacak ve onu intisabı sebebiyle bulunduğu yolun yolcusu haline gelecektir. Çünkü nispet; orantılı olma, uygun düşme manalarında mülhemle dilimizde kullanılmaktadır. İşte beşer için hayatın en önemli anlamlandırma ameliyesi de buradan başlamaktadır. Nitekim kendimizi/özümüzü anlamak için öncelikle etrafımızı yani çevremizi tanımak ve onu anlamlandırmamız gerekmektedir. Kendimizin dışında bulunanlara karşı kayıtlı ya da daha yerinde bir ifade ile ilgili kalmalıyız. İşte toplum ve birey kendi içerisinde bu denli sık dokunmuş örgülerle birbirine bağlıdır.      O örgüler öylesine sık dokunmuştur...

Zirvelerden Haykırmak: Bir Mü'min Mesleği

Resim
Ş ahikalar oraya tırmanabilenlerindir. Jurnal I. Cilt | Cemil Meriç        Hayat kendisinde varlık bulan her beşer için tırmanması gerektiği bir şahika ya da geçmesi gereken bir pentatlon sahası olmuştur. Güneşin doğuşuna hasret kalmış ruhlar için aşkın olanın mührünü o zirvelerden haykırmak ve güneşin doğduğu ufku, ardından izini takip edeceklere göstermek beşerin kıvam ölçüsünü tutturması ve insan olabilmesine vesile kılınmıştır. Öyle olmalı ki kendisini o denli ileri atmalı ve vardığı yerlere o güneşten huzmeler götürebilmeli. Mü’min diğer mü’mine aynalık etmeli ve aldığı o şuaları birbirlerine yansıtarak daha da ileriye sevk etmelidir. Hayatın her dehrinde ve fecrinde tüm içkin ve aşkınlığı ile ilgisini, edindiği bilgisiyle sürdürerek o zirvelere oynamalıdır. İşte müteal olana erişmek de anca bu denli bir gayret ve himmetin bir tezahürü, mükafatı olabilecektir. Belki Enbiya’i-zişan benzeri belki Hazerât’ı-Ashap gibi belki de Ulema’i-zişuuru özenerek. Hepsi am...

Bilinenden Bilinmeyene: İlim İlmi Bilmektir

Resim
"Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"      Bilmiş ol ki ilim; nefs-i nâtıka-i mutmainne’nin, -eğer müfred ise- eşyanın hakikatlerini ve maddelerden mücerred suretlerini dış varlıkları, nitelik ve nicelik, cevher ve zatları itibarıyla tasavvur etmesidir. Bilen; kuşatıcı, idrâk ve tasavvur edici olan; bilinen ise, bilgisi nefse nakşolunan nesnenin zatıdır. (İlim Risalesi | Gazali)      İnsan için en gizemli ve en değerli kelimelerden birisi “ilim” olsa gerektir. Çünkü o sözcük öyle bir çağrışım yapar ki en geniş manasından en dar ifadesine kadar her zaman ve zemin de kendisine bir yankı bulmuştur. Evet ilim, âlem ve amelimiz için gerçekten de kıymeti sayfalarca anlatılsa yetmeyecek kadar dolgun bir sözcüktür. İşte bizlerde işbu sayımızı bu müstesna kelime üzerine kurgulamaya çalıştık.      Her tümce ve paragraf belki her kelime ve harf bile ilim namına birer yolculuk sayılabilir. Bilinenden bilinmeyene doğru atılmış bir nazar ya da bi...

Güvenlik Mimarisi ve Mümin II

Resim
İman hem nurdur hem kuvvet…      İman hakkında sanıyorum ki neler denilse ve yazılsa az kalacaktır. Lakin bu onu anlamak ve anlatmaya çalışmaktan alıkoymamalı bilakis bizleri daha da onu yaşamaya ve aktarmaya sevk etmelidir. Çünkü her birey kendi perspektifinden, bulunduğu çevreden ve iç dünyasından yola çıkarak onu tarif ve tahdit etmeye gayret edecektir. Bu da işbu kavramı an(ı)lamamız için mübrem olan o çabayı bizim için yerine getirmiş olup bize o müşahhas terimi kavratacaktır. İşte takatimi pek ziyadesiyle aştığı halde onu başta kendim ve sonra yakından belki dairesel bir formda insanlara hem keyfiyet hem de kemiyet derecesinde talim ve tedris etmeyi bir bilinç ve vazife olarak ifa etmek istediğim bir çabanın bilhassa dibacesidir. Bu duygu ve düşünce atmosferi içerinde “Güvenlik Mimarisi ve Mü’min II” yazımı kaleme almaya çalışıyorum.      Güvenlik insanın hayatı için aslında gerekli olan en önemli saiklerden birisidir. Nitekim ilk insanlıktan bugü...

İnsan için bir başka ikilem; Maddeden manaya Ramazan

Resim
  “Ramazan erdi yine her gece yanar kandil Ehl-i İslam’a salar şu’le ser-â-ser kandil” I. Ahmet    Bu dünyaya gönderilen insan için onu tanıtacak her cümleye başlarken âdemin “arada oluşu” illaki bahis-konu edilmiştir. Onu anlatan her tümce ister maddi olsun isterse manen fark etmeksizin ikili bir kurgu çizmiş ve onu ara ya tabiri caizse sıkıştırmıştır. Gerek “ifrat ve tefrit” desek gerekse “kabz ve bast” hali ya da onun “fiziki ve ruhi” durumu veya geçmiş/mebde ile gelecek/mead iki ucunun birleştiği yer/meaş olsun insanın neresinden tutup da bahsetsek arada kalmışlığını belirtmiş oluruz. Belki bu duruma binaen alimler “her şey zıddı ile kaimdir” demişlerdir. İşte bu yazımızı ele alırken bizim de üzerinde durmak istediğimiz husus bu ikiliklerden yalnızca birisi olan onun somut/maddi olandan soyut/manevi olana geçişi üzerine olacaktır. Onun madde ve madde-ötesi oluşunun bir tezahürde bulunuşunu irdeleyecek ve bu ikisinin insan üzerinde oluşturduğu o şık kıvamı anlat...

Güvenlik Mimarisi ve Mümin I

Resim
       İnsan için hayat düşünülmesi ve anlaşılması gereken şeylerin başında sayılabilir. Çünkü bu/buradaki hayatın anlaşılması ötekine bir kapı aralar ki bu da imanın her iki yaşam için mucizevi bir formunu gerektirir. Bu ve öteki dünya hayret verici derece de birbirine müzdevic ve mündemiç iki alemdir. Her iki yaşam da tüm muhteviyatları ile kendilerine has gerçekliklerini dile getirmiş ve bunları inanan, iman edenler için birer atf-ı nazar hükmünde sunmuştur. Sunmuştur diyorum çünkü hayat tüm fraksiyonları ile kendi geometrisini oluşturmuştur. Ve dahilinde gelişen her bir tercih ötekini doğuran birer ıstırap olmuş akabinde insan için her ikisi birbirine dolanmış vaziyette uyarıcı olmuştur. Lakin bu ucu bucağı görünmenin berisinde belki tahayyül edilmesi bile zor olan iki dünya ve aralarındaki rabıta gene insan için sonu gelmez birtakım sorular ve mesuliyetleri beraberinde getirmiştir. İşte ilk yazısını kaleme almaya çalışacağım güvenlik problemi/sorunu da bunların ...

Mükellefiyeti Mefkûre Edinmek!

Resim
  “Âdeme âdem gerektir âdem etsin âdemi Âdem âdem olmayınca âdem netsin âdemi.”      Bir adım daha atmıştı yolcu sessizce saatlerdir ilerlediği şehirde. Girdiği sokağın sonuna doğru dalmıştı gözleri. Kimseler yoktu bu gece vaktinde. Aslında gün neredeyse ağarmak üzereydi. Ellerini göğüs hizasına sanki dua edecekmiş gibi kaldırdı ve avuç içlerine baktı. İçinde sanki kutsal cümleler yazılıymış gibi avuçlarını inceliyordu. Pürdikkat tekrar etrafı seyretti. Ve hocasının evinin kapısının önüne kadar ilerledi. Kapının kulpuna asılmış vaziyette divitle yazılmış bir parşömen onu orada bekliyordu. Hemen eline aldı ve okumaya başladı…      Mevcudat içerisinde teklife muhatap olmuş ve hayatını bu iltifat ile canlandırmış olan insan için yaşam her enstrümanı ile bir meşher ve orada yapılan teferrüç olmuştur. Varlık içinde yapılan bu gezintiler insanın kendi vüsat çeperince olmakta ve öteye duyduğu o gerilim ile özünü kurmaktadır. Kurduğu bu dünyada kendisine...

Sarıkamış | Harp Çantası!

Resim
       Moskova’da Krasnaya Bulvarı’ndaki askerî müzede bulunan Kurmay Başkanı Dük Aleksandroviç Pietroviç’in karargahına gönderdiği rapor, tarihin beyaz hüznünü şöyle nakşeder vaziyettedir. “Allahuekber dağlarında Türk müfrezesini esir alamadım. Bizden çok evvel Allah’larına teslim olmuşlardı… 24.12.1914 Perşembe.      Destan bir milletin ortak hafızası ya da o milletin müşterek hazinesidir. Doğru veya yanlışı ile kahramanlık öyküleri efsanevi birer soluk olup tarihin puslu aynalarına sır olurken yiğitler tekrar ve tekrar kalkıp, silkinip cenge tutuşmaktadırlar. İşte böyle bir manzara da her millet kendi ufkunu çizmeye fırsat bulmuş ve o afakları ardından gelecek nesillere hedef olarak göstermiştir. Nitekim Çanakkale şehitlerimiz için söylenen söz bu durumu şu şekilde destekler niteliktedir: “biz vurulduğumuzda değil, unutulduğumuzda ölürüz.” Açıklama sadedinde, biz o kahraman nesli yad ederek ve onlara yakışır şekilde yaşayarak unutulmadıklarını b...

Yokluktan varlığa çıkma eşiğinde bir mülahaza; insanın elest sorgusu

Resim
  Cânıma bir merhaba sundu ezelde çeşm-i yâr Şöyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim Ahmet Paşa      Ötelerin rayihasını taşıyan insanın insanla alemde temerküz edişini, dünyadaki insan olma çabasını ve insanın rabbisinin teklifine muhatap oluşunu tarihi bir süreç olarak ele alırsak ilk söz etmemiz gereken vakıa sanırım elest bezmi olsa gerektir. Çünkü ademin mükellef oluşunu ve meleklerin inhinasına mazhar edilişini tazammum eden o ân-ı dakik sadece bir sorgu değil aynı zamanda insanın yokluktan varlığa çıkışının bir eşiği olmuştur. İşte o eşik sadece beden ve ruhun izdivacı olmayıp alemlerin içinde birer alem/işaret olması yönünden hayret vericidir. Böyle bir manayı muhtevi olan elest bezmi nice alimlerimizce enine boyuna kendi uzayında irdelenmiştir. Başta da denildiği gibi sadece basit birer ahit ya da misak olmayıp, yaratılış emrinin tebarüz ettiği mazbatasıdır o.      Farsça “topluluk, sohbet meclisi” gibi manalara gelen “bezm” kelimes...