Sebep-Sonuç Kıskacında Tevekkül
“Önce bağla, sonra tevekkül et”
Sebepler insan için öylesine
derin bir suret çizer ki beşer altına inip de müsebbibi bilemez olur.
Yaratıcısı olmadan yaratılana bakar da cebren hadisatı yormaya çalışır. Bu
trajikomik vakıa her gerçekleştiğinde ise tüm bir alem hayıflanır ve maddenin
manaya nasıl tahakküm kurduğunu, görünenden görünmeye ulaşılacak yolların nasıl
kilitlendiğini gözler önüne serer. Dolayısıyla bilinenden bilinmeyene bilen
insan ne için koştuğunu anlayamamış ve dolandığı her alem ona işaret olması
gerekirken büyük bir bilmece şeklini almıştır. Almıştır ve ilerlediği her
patika dikenlerle onun ayaklarına zarar vermiştir. O ise bu defa da dikenleri
göz önüne almış ve kudret şahikalarını dahi ıskalamıştır. Kendi bulunduğu
hayatın çeperini bile kavrayamamış ceberut ufuklarından diğer zirveleri ve
Ankaları inkarla yola devam etmiştir. Lakin görünmeyen şeyin yokluğunu
kanıtlamak nasıl her yeri taramak kaidesi ile zapt ediliyorsa da gene o beşer
şaşmış ve kendisine ufak bir geometri inşa etmiştir. İçine sadece kendi
benliğini sığdırdığı hatta yalnız kendisini kabullendiği bir mağara. Ne yazık
ki o mağara ona yanılsamalarla, değil uzak ufukları belki nefsini dahi
tanıtmamıştır.
Evet nefsini dahi tanıyamamış o âdem
ellerini göğe kaldırsa belki, nekre halinden marifeye taşısa yaratanını, hayatını
hayat kılacak ve vekaletini alemlerin rabbine teslim edip tevfiz edecektir. Yok
O’nun var O’nun her O’nun ve hiç O’nun diyecek ve ancak bu haliyle alemi
Şuhut’tan alemi Misale ruhunu nakledecektir. İşte bu vesile ile kendisini o
mağaradan 7 genç gibi çıkaracak ve kavmine ibret kılacaktır. Ya da Hz. Nebi
gibi yoluna düşeceği ve temeddün bulacağı umrana doğru yol alabilecektir.
Ömrünü rayihası ile tütsülediği o cennetâsâ hikmetler ile muhakkak bu sayede
O’na seza kılabilecektir kendisini. Lakin sanıldığı kadar hem kolay hemde zor
olan bu durum onu hayli uğraştıracak ve vekil kıldığı yaratıcıyı isteyecektir.
Kur’an-ı Kerim de üzerinde durulduğu üzre O’nun (c.c) ne olmadığını her kaçan
dili ve gönlü ile ikrar edecektir. Etmelidir de çünkü yaşam ömür denen hattı
aşan ve devamına muttali olan bir olgudur. Öte dünyanı mamur etmek ancak buradakinde
yapacağın ihtimamla mükafat alacaktır. Fakat hepsi bir kenara Allah’a karşı
duyacağı daha mühim bir konu vardır. Her davranışının tevekkül ile ilmek ilmek
işlenmesi. Tevekkül ise esbap dairesinde ifsada konu olmadan sebeplerin
ölçüsünde bulunarak Allah Azze ve Celle’nin üzerimizde bulunan mülkiyetine
karşı intizarımız ve teslimiyetimizdir. Meleklerin Hz. Adem’e inhinasını
bildiğimiz gibi O’nun vereceği karara boyun eğmek ve kaderden emin olmaktır.
Zira bu tavır ışığın doğduğu ufukları arayan ve ukba yolcusu olan müntehilerin
haline en çok yakışandır. Evet onlar güç ve kuvveti yalnız Allah’tan bilmiş ve
kendilerine ait olan tüm havli O’na müteveccih olarak tarif etmişlerdir.
Filhakika teslim, tevekkül ve tevfiz de işte bu denli bir dantelanın ancak
örgüsü olabilecektir. Ve ancak bu buutla “la havle ve la kuvvete illa billah”
burcuna ulaşabilecek ve oradan da varlık bulduğu vicdanında istinat ve istimdat
noktasının uyarısına kulak verip fakir ve garipliğini hissederek boyun
eğecektir. İşte burada o burçlara selam bayrağını dikecek ve bu vesile ile iki alemde
serfiraz kılınabilecektir. Her suya kanamışa belki bu sayede kân olabilecek ve
ister kûh olsun ister kâh, ister latif olsun ister kesif fark etmeksizin her
olayın künhüne vakıf olabilecektir. Lakin burada da dikkat etmesi gereken bir
başka elzem konu vardır. Tevekkül şairin de ihtar ile dediği gibi yataktan
çıkmamak değil bilakis harekete mazhar olmaktır. Çünkü “tertib-i
mukaddematta tefviz ve tevekkül tembellik, terettüb-ü neticede tevekküldür.” Yani
tevekkül sebeplere değil neticeye karşılık gelen bir davranıştır. Tevekkül
sebepleri reddetmek bir kenarda dursun belki nedenleri dest-i Kudretin perdesi bilip
riayet etmek ve her sebebi fiili dua hükmünde ittihaz ederek alınan sonuçları
yalnız Cenabı-ı Allah’tan dileyip Gene O’ndan bilip minnettar olmaktır. Evet
tevekkül Efendiler Efendisi Hz. Peygamber’in, “Devemi bağladıktan sonra mı
tevekkül edeyim yoksa bağlamadan mı?” diye soran bir sahâbîye, “Önce bağla,
sonra tevekkül et” cevabında gizlidir. Sözlerimi Milli Şairimizin şu dizleri
ile bitirmek istiyorum:
Yorumlar
Yorum Gönder