Sev-i Muhabbet

 

“Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler”

    İhya adlı eserinde İmam Gazali Muhabbet bahsini anlattığı bölümün de sevgi hakkında şunları söyler: “Sevgi ancak bilip algıladıktan sonra düşünülür. Çünkü insan ancak bildiği bir şeyi sevebilir.” Evet insan bildiği kadar sevebilir, sevdiği kadar bilebilir. Bilmek sevmeyi dolayısıyla muhabbeti iktiza etmektedir. Sevmek ise bilmeye olan iştiyaka binaen zemin bulabilir. Birbiri ile gayet makul bir uzay edinmiş bu iki mefhum Huccetü’l-İslam İmam Gazali içinde aynı manaları muhtevidir. Lakin muhabbet yalnızca sevgi kavramı ile açıklanmamış daha nice hayretengiz kelimeleri kendi bünyesinde taşımıştır. Meveddet, aşk, uhuvvet, ülfet… vb. birçok sözcük daha art arda dizelenmiştir.

    İşte bu kelimelerle açıklamaya çalışıyoruz bir ömür aradığımız sevgiliye aşkımızı. Şah damarımızdan daha yakın olan. Ötelere karşı her mahfilde huzur ufkunu özlemle andığımız. Ruhefza sesini duymak için O’nun sözlerini okuduğumuz birbirimize. Ünsiyet kazanmak için husumeti yıkmaya çalıştığımız. İnsanlık için yeni bir nefes belki yeniden bir teneffüs olabilmek için. Biz muhabbet fedaileriyiz diyebilmek için Bediüzzaman Hazretleri gibi. Evet O’nun cana can katan nefha-i ilahisini kendi gönüllerimizde duymak ve güneşin göründüğü ufukları bizim arkamızdan gelenlere göstermek için yanmak pahasına belki Hz. Mevlâna gibi kanat çırpıyoruz. Ukbaya doğru her süzülüşümüz o nefeslerle tüllense de beyaz yeleleri olan Ankalarımızla nice kâh ve kûh geçiyoruz. Aşk için diller diyarına uğruyoruz. Belki yediler orada belki Şakir’i görüyoruz Erzurumlu Merhum hazret İbrahim Hakkı Efendinin oğlunu kırklar arasında. Belki bilmediğimiz illerden anlamadığımız dillerden görmediğimiz simlerden insanlar olacak vardığımız yerde. Karun’dan kalanlar ya da sürgünden kaçabilen Babil’in yitik çocukları. Bilinmez ki orası nasıl bir uhuvvet dolu. Altın bir sahne üzerinde, zamanların saatlerden asırlara tebdil ettiği bir sahne. Herkes kendi aşkınca yanmış mesela. Kimisi bilmiş bildikçe yanmış kül olmuş kimisi yanmış yandıkça bilmiş aşk olmuş. Ama hepsi de Hakk’ın sübuhât-ı veçhiyle tutuşmuş. Gönülleri öyle geniş fikirleri öyle şamil zikirleri öyle kâmil olmuş ki dillere destan anılmışlar. Elbette onlar için çok söz serdedilebilir. Lakin biz ancak onlara muhabbet timsalleri desek bile yeter. Gönülleri öyle geniş ki insana insan diyerek değil Allah’ın kulu olduğu için sevmek yalnızca bu aşktan gelse gerektir. Yunus gibi yetmiş iki millete tek gözle bakabilme mesleği Mevlâna gibi ne olursan gel diyebilme cesareti ancak böyle bir imanın ve muhabbetin neticesidir. Sözlerimi İmam Gazali’nin İhya adlı eserindeki üstte alıntıladığım bölümden başka bir rivayet ile bitirmek istiyorum.

    Hz. Ali anlatıyor: -“Resulullah’a (s) sünnetinden sordum. Şöyle buyurdu.” –“Marifet sermayem, akıl dinimin aslı, sevgi temelim, şevk binitim, zikrullah yoldaşım, güvencem hazinem, üzüntü arkadaşım, ilim silahım, sabır gömleğim, rıza ganimetim, acizlik övüncem, zahitlik sanatım, yakîn gücüm,  doğruluk şefaatçim, taat sevgim, cihat ahlakım, namaz göz bebeğim.”

    Not I: Yukarıdaki yazım Ahlâf Dergimizin Eylül 2022 sayısında yayınlanmıştır.

    Not II: Dergimize ulaşmak için tıklayınız.

Yorumlar


  1. Güzel ve özlü bir yazı.
    Üslup da gayet samimi bir çerçeve sunmuş.
    Başarılarının devamını dilerim sevgili Yasin

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Bir Vicdan Muhasebesi"

Tövbe; İnsan Olabilmekte Anahtar Kavram

Hakka kötürüm olmak I