"Devran" | İnsanlık Tümcesi
(Söylenen söz vücut
bulur.) Ya hayır söyle ya da Sus!
Tarih; zaman ve fikir. İnsan;
ikisi arasında dolanan canlı. Kelimenin tam anlamıyla dolanmış ve artık içinden
çıkamaz bir hale bürünmüş. Bürünmüş çünkü artık kendi benliği içeride kalmış oysaki
dışarıya görünen yalnızca dolandığı ağlar. Ağlar bahusus her deveranda onun
inci tanesi gibi en güzel kıvamını sarmış. Belki menfi yönde belki müspet.
Lakin bilinen şu ki insan her zaman ve zeminde olduğu gibi gene arada kalakalmış.
Tekerrür diyerek azımsamak istemesem de insan, kendi isminde taşıdığı manası
ile olsa gerek unutkanlıkla başını gene belaya sokmuş. İlk günlerinde prologdan
sonra yaşadığı o ilk günahın henüz acısı yanarken işlenen davranış ne çabuk
nisyana yenik düştü ki isyan bayrağı çekilmiş olsun. İşte insan deyip geçiyoruz
belki ama hikayesi öylesine karışık ve müphem ki onu ancak alemleri matvi
diyerek tahdit edebiliyoruz. Evet o beşer, hakikatin sözü olarak gerçekten de
tüm alemleri kendi içerisinde bulunduruyor. Ne ilginç. Her insan bir alem. Her
zerre bir alem. Her gezegen veya her gökada birer alem iken en küçük zerrattan
en büyük nebülözlere kadar hepsi her bir katı ve kartezyeni ile onun içerisine
derç edilmiş. Nasıl çözmek mümkün olabilir ki. İnsanın geometrisi öylesine
girift bir hal almış ki açıklamak tüm hikayesine vakıf olmak kadar zor. Çünkü
açıklamak/açmak her ağı onun üstünden silip atmak demektir. Ve üstündeki tabaka
artık öylesine kalınlaşmış ki bir süre sonra ondan bir parça olmuştur. Ya da
biz öyle sanıyoruz. Nitekim insan kendini müstağni kılsa belki ne mücevherlere
malik olacaktır. Bilemiyoruz. Kim bilir belki ihlasu’d-din bu anlama matuftur.
İnsanın tümcesini kurmak
sanıldığı kadar kolay olmasa gerek. Nitekim o, üstteki mezkûr ifadelerden de
anlaşılacağı üzere karışık ve müphemdir. Lakin bizim için bazı misaller yeterli
bulunsa gerek ki -amenna ve saddakna- Kur’an’da ancak o kadarı zikredilmiş
olsun. Evet durum gerçekten de böyledir. Şan sahibi o Kitap kendisinin muazzam
her bir harfi ve cümlesi ile birer ayet/işaret olup gene kendi iletişim tarzı
ile belli başlı olayları içerisinde serdetmiştir. Bu yazımda Hz. Musa ve
Firavuna ait olan lakin Kur’an’da zikredilmeyen bir olaydan bahsedeceğim. Aktaracağım
hadisenin bir kısmı ayetlerde bulunmaktadır. Fakat olay bir bütün olarak
geçmemektedir. Tabi ki bu rivayet edeceğim anlatının tamamıyla da değersiz
olduğu anlamına gelmemektedir. Nihayetinde kıssadaki tema Kur’an’da başka
yerlerde de bulunmaktadır. İşte kıssamız şöyle başlamaktadır:
Nakledildiğine göre yüce Allah, Hz. Musa’ya (a.s) şöyle buyurdu: Git ve Firavun'a şöyle söyle: Ey Firavun! Bunca ömür sürdün şimdi de kalkmış. "Ben sizin en büyük rabbinizim diyorsun. Oysa senden önceki hiçbir kafir, böyle bir iddiada bulunmadı. Şunun şurasında kırk yıl ömrün kaldı. Eğer bir defa Hak Teâlâ’ya, "Sen benim en büyük Rabbimsin dersen Allah, ömür boyunca işlediğin bütün günahlarını affeder. Ayrıca ömrünü bin yıla dek uzatır. Üstelik yeryüzündeki bütün değerli madenleri sana gösterir ve seni doğudan batıya bütün dünyaya hükümdar eder. Bu sözleri işiten Firavun, onlara güzel sözler söyleyip izzet ve ikramda bulunarak, "Vezirim Haman ile istişare edeyim ona bir danışayım" dedi. Sonra gidip Haman’a, Musa’nın (a.s) kendisine söylediklerini bir bir aktardı. Haman şöyle dedi: Ey Firavun! şimdi alemin rabbisin, halk sana tapmaktadır. Bu haldeyken kul olmayı ister misin? Böyle söyleyerek Firavun'u imandan mahrum bıraktı ve kendisi de onunla birlikte sapıklık üzere kaldılar. Firavun, ömrünün sonlarına doğru halka zulmetmeye başladı. Hak Teâlâ da Firavun’u ve kavmini helak etmek istediği için Hz. Musa'ya şöyle buyurdu. "Bir gece İsrailoğullarıyla birlikte şehirden çıkıp gidin.” Hz. Musa da emredildiği gibi kavmini alarak şehirden ayrıldı. Kızıldeniz’e vardıklarında Allah Teala, Musa'ya (a.s) asa ile suya vurmasını emretti. Hz. Musa (a.s) asa ile suya vurunca on iki yol açıldı. İsrailoğulları kabileler halinde bu yollardan gitmeye başladı ve sağ salim suyu geçip karaya çıktılar. Firavun da onların ardından denize girdi. Kavmi de peşinden suya girdi ve su onları yutmaya baladı. Firavun helak olacağı an Cebrail (a.s) ona göründü ve kendisini tanıttı. Firavun O’na kendisini kurtarması için yalvardı. Cebrail (a.s) ise Firavun’un kendi eliyle yazdığı nağmesini ona gösterdi. Bunu görünce anladı ki artık kendisi için kurtuluş kalmamıştı. Hakikat ayan beyan ortaya çıkmıştı.
Hikayemiz böyle başlar ve böyle de biter. Anlamak biz yaşayanlara mahsustur. Sözün özü hükmen de şunları serdetmiş olalım. Söylemek insan için en mukaddes işlerden birisidir. Yapmak da öyle. Haddini bilmek de hakeza. Nitekim kıssamızda hepsini görmemizde mümkün. Söz söylenmiştir çoğu zaman ve sükuta da ermiştir. Allah nezdinde hiçbir zaman ihmal yoktur. İmhal vardır. Çünkü söz o olaylar içerisindeki yerini tabiri caizse milim milim doldurmaktadır. İnsanın nisyan ve sabırsızlığı bazen fevri yanlış davranışlara sebep olsa da ona yakışan sakinliğini koruması ve kendi çemberinde elinden geleni yapmasıdır. Fiili dua hükmünü yerine getirmeli bir manada. Zira insan için sorumluluk buradadır. Aksi zaten Allah’ın hesabındadır. Ve o hesap asla şaşmamaktadır. Gün gelir her söz sahibine hatırlatılır. Bundan mütevellit olarak söylediğimiz sözlere dikkat kesilmeliyiz. Ya da söylenen sözlere. Bitirirken bir İnsanlık Tümcesi’ni daha sizleri Müteveffa Milli Şairimizin kıssa ve hisse, tekerrür ve tarih hakkında bir şuur inşa ettiği şu dev dizeleri ile yalnız bırakmak istiyorum.
Tebrik ederim güzel bir yazı daha olmuş yüreğinize saglik
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Sağ olun.
Sil"Sahibine itaat etmeyen köleyi caizdir suda boğmak" diyerek imzaladığı yazıyı görünce anliyor ama maalesef iş işten geçmiş oluyor.
YanıtlaSilAllah bizi kendisine layıkıyla kul eylesin. Yorumunuz için teşekkür ederim.
Sil