Güvenlik Mimarisi ve Mümin II
İman hem nurdur hem kuvvet…
İman hakkında sanıyorum ki neler
denilse ve yazılsa az kalacaktır. Lakin bu onu anlamak ve anlatmaya çalışmaktan
alıkoymamalı bilakis bizleri daha da onu yaşamaya ve aktarmaya sevk etmelidir.
Çünkü her birey kendi perspektifinden, bulunduğu çevreden ve iç dünyasından
yola çıkarak onu tarif ve tahdit etmeye gayret edecektir. Bu da işbu kavramı
an(ı)lamamız için mübrem olan o çabayı bizim için yerine getirmiş olup bize o
müşahhas terimi kavratacaktır. İşte takatimi pek ziyadesiyle aştığı halde onu
başta kendim ve sonra yakından belki dairesel bir formda insanlara hem keyfiyet
hem de kemiyet derecesinde talim ve tedris etmeyi bir bilinç ve vazife olarak
ifa etmek istediğim bir çabanın bilhassa dibacesidir. Bu duygu ve düşünce
atmosferi içerinde “Güvenlik Mimarisi ve Mü’min II” yazımı kaleme almaya
çalışıyorum.
Güvenlik insanın hayatı için
aslında gerekli olan en önemli saiklerden birisidir. Nitekim ilk insanlıktan
bugünümüze kadar gelen her fert bu problemi çözmeye yani güvenliklerini temin
etmeye gayret göstermişlerdir. Gerçekten de din arkeolojisi incelemelerinden de
görüldüğü üzere nev’i beşer hangi kavim, dil ve dinden olursa olsun fark
etmeksizin emniyeti mühim görmüştür. Konuyu açıklarken birbirinin yerine başka
kelimeler kullanmaya çalışıyorum çünkü bu sayede niceliksel ölçüde belli bir
bilgi ile biline-bilirlik sağlayıp üzerine niteliksel olarak birtakım görüşler
serdedebilelim. Bu açıdan bakıldığında emniyet ve güvenlik kavramlarını aynı
kese içerinde birbirinin yerine hatta birbirini açıklayıcı iki mefhum olarak
kullanmak istiyorum. Nihayetinde bu metot benimle başlamış olmayıp benden evvel
nice alimlerimizce de aynı şekilde ele alınmıştır. Bu yazımı aslında son
zamanlarda etrafımda ekseriyetle duyduğum bir problem dolayısıyla kaleme almak
istedim. Gelecek kaygısı problemi. İnsanlarımızın ümitsizlikle, belirsizlikle
ve kaygı(anksiyete) ile olan sıkıntıları. Aslında her birisi ciddi bir şekilde
psikoloji ve sosyoloji ilimleri çerçevesinde açıklanmaya çalışılmış hatta hali
hazırda da gerekli hem akademik hem de klinik birtakım çalışmalar
sürdürülmektedir. Lakin bir ilahiyatçı olarak -en azından etrafımdaki
dokunabileceğim insanlar için- bu konuyu ben de kendimce açıklamaya
çalışacağım. Öncelikle konuyu tekrar başa alarak şu soruyu sormak istiyorum, bu
üstte bahsettiğim mezkûr sorular neden soruluyor? Ya da daha açık ve seçik bir
şekilde sorumu düzeltirsem insanları böyle bir ruh haline bürüyen asıl saik
nedir?
İnsan için nasıl bir cümle
kurgularsak kurgulayalım onun hem iç hemde dış dinamizminden bahsetmeden olmaz.
Çünkü insan madde ve madde-ötesi olmak üzere ikili/düalist bir yapıya sahip
olmaktadır. Bunun en basit tarifi bedenî ve ruhî yapısı şeklindeki ayrımdır.
İşte burada olduğu haliyle onu anlatırken her cümlemiz hem ruhi hemde bedeni
yapısına matuftur. Bu vesile ile onun için -konumuz dahilinde- içsel ve dışsal
olarak iki güvenlik kaygısından bahsedebiliriz. Bu şu demek oluyor, insan için
hem iç dünyası -ki en önemli yanı- yani onun ruhi tarafı hemde dış dünyası -ki
bu diğerine göre daha tali- yani bedeni tarafı insanın güvenlik mimarisini
oluşturur. Buradan hareketle konumuzu ikiye bölmüş ve güvenlik mimarisinin
tabiri caizse temeli ve katlarını kurgulamış bulunmaktayız. Evet gerçekten de
âdem için yaşam da olmazsa olmaz temellerden birisi bu değindiğimiz iç
güvenliğidir. Nitekim üstte giriş sadedinde bahsettiğimiz mahud ifadelerce onun
birtakım sorularının kaynağı işte bu içsel emniyet durumudur. Daha vazıh bir
ifade ile onun ümitsizliği, belirsizlik duygusu ve kaygı bozukluğu manevi
dünyasının eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Peki ama nasıl?
Beşer hayatı boyunca yaşadığı her
olayı anlamak ve kavramak ister lakin bu onun gerek cismani gerekse ruhani
yönüne uygun değildir. Doğal olarak gelecek hakkında kesin ve deyim yerindeyse
keskin yani matematik hesaplamaları gibi (1+1=2) bir vaziyetle karşılaşmak
ister. Evet bu esasında gayet makul bir taleptir. Fakat ne dünya için bu kadar
basit bir işlemden/düzenden bahsedilebilir ne de insan için tek bir
kombinasyondan. Burada işte çok değerli bir nüans farkı bulunmaktadır. Başta
verilen her bir problem aslında bu tip bir talebin neticesinde gerçekleşen
sorgunun sonucudur. İnsan kendisi ve etrafındaki olayları yorumlayarak onlara
birer mana vermeye çalışır -ki mükerreren bu gayet tabiidir- ve bu
anlamlandırma ameliyesinden intaç ile belki kaderi kovuşturmaya başlar. Ama
unuttuğu bir durum vardır ki dünya ya da daha geniş bir zaviyeden bu alem o
kadar da basit bir kurguya sahip değildir. Demem o ki bu tarz soruları insan
ancak iman yani iç güvenliği sayesinde çözebilir. Bu şu demektir, iman insanın
iç güvenliği manasına gelmekte olup beşer ancak onun sayesinde bu çeşit
sorunları anlar ve çözümler. En basit ifadesi ile “kadere iman eden kederden
emin olur” şeklinde söylenebilir. Çünkü insan için gelecek bir muamma olmakta
ve onu şu an ki yaptığı davranışları belirlemektedir. İleride görülmesi bile
mümkün olmayan, tahayyül edilemeyen bir vakıa için kaygı duymak şu anı daha
ziyadesiyle rahatsız ve bozmaktan başka bir duruma yaramaz. Şu soru akıllara
gelebilir, peki ama bunun dini bir iman ile nasıl bir bağı var yani eğer iman ile
bu sağlanacaksa neden inanmayan toplumlarda aksini görüyoruz? Bu soru şu
şekilde ele alınabilir, yukarıda belirttiğimiz ikinci tür güvenlik burada
devreye girmektedir. Evet gerçekten de iç güvenlik olmazsa olmazdır lakin dış
güvenliğini sağlayan insan an hükmünde de olsa bir rehavete kapılır ve güvenlik
kaygısı çekmez. İşte burada olduğu gibi inanmayan toplumlar, kendi birlikleri
dahilinde dış güvenliklerini temin ettikleri için iç güvenlik konusunda
herhangi bir endişe gütmemektedirler. Aslında buradan bizim dinimizin gene ne
kadar doğru olduğunu da anlayabiliriz. Şöyle ki, dinimiz toplum dinidir. Bir
misal olarak vermemiz gerekirse Hz. Peygamber’in ömürleri boyunca hiçbir zaman
tek başına namaz kılmamışlardır. Kendileri bu konu da ümmetini/insanlığı uyarmıştır.
Teşvikleri bulunmaktadır. Bunun haricinde dinimiz içerisinde müntesibi olduğum “Ehl-i
sünnet ve’l-cemâat” kavramı da bu hakikate değinmektedir. Bir başka örnek
vermek gerekirse dinimizin kaynaklarından bahsedilirken Kur’an, Sünnet ve
üçüncü olarak “icma” gelmektedir. Bu örneklerde görüldüğü üzere zaten dinimiz
de iç ve dış güvenlik beraber olarak kullanmıştır. Nitekim insan için hayatta
her ikisi de elzemdir.
Nihayetinde cümlelerimi bu makale
sınırları içerisinde toplamam gerekirse âdem için güvenlik mimarisi en mühim
konuların başında gelmektedir. Çünkü güvenlik onun hayat karşı olan
anlamlandırma çabasının aslında en etkin faktörü konumda bulunmaktadır. İşte bu
yüzden güvenlik mimarisini sizlere anlatmaya çaba gösterdim. Mükerreren
söylemem gerekirse güvenlik mimarisi asıl olan ve temeli teşkil eden iç
güvenlik demeyi tercih ettiğim “iman” ve ona göre daha füru/tali kalan dış
güvenlik dediğim toplumsal olgudan oluşmaktadır. Her ikisinin de varlığı ile
insan Farabi’nin tabiri ile erdemli şehri kurabilir ya da erdemli bir
şekilde yaşayabilir. Evet insan için yaşam tüm anlam küreleri ile emniyetini
sağladığı müddetçe mana bulacak ve yaşanabilir olacaktır. Peki ama bu güvenlik
mimarisi nasıl sağlanabilir? sorusunu işleyeceğim diğer makaleme kadar sizleri
şu dua-ayet ile baş başa bırakıyorum.
“Rabbimiz! Doğrusu biz ‘Rabbinize
inanın!’ diyerek, imana çağıran bir davetçiyi işitip iman ettik. Rabbimiz!
Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi sil ve bize iyilerin ölümünü nasip et.” (Âl-i
İmrân Suresi 193. Ayet)
Devamı gelecektir…
Not I: Yazımın devamı gelecektir.
Not II: Güvenlik Mimarisi ve
Mümin I başlıklı yazımı okumak için tıklayınız.
Not III: Tüm yazılarımın
listesine ulaşmak için tıklayınız.
👏
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Sağ olun.
Sil